[First presented: 3 March 1995 as "The Prosperity of Humankind" Istanbul, Turkey June, 1996 Dünya barisi ideali, bundan on yil önce hayal bile edilemeyen bir ölçüde sekillenmekte ve önem kazanmaktadir. Uzun bir süredir asilamaz görünen engeller insanligin önündeki yolda yikilmislardir; görünüste çözülemez olan anlasmazliklar, mesveret ve çözüm süreçlerine teslim olmaya baslamistir; askeri saldirganligi uluslararasi birlesik hareketle karsilamak için bir istek olusmaktadir. Bütün bunlarin etkisi, dünyamizin gelecegi ile ilgili olarak neredeyse söndürülmüs olan bir umudun, insan kitlelerinin ve birçok dünya liderinin içinde bir ölçüde uyandirilmasi olmustur. Baskisi, son onyillarin hayal kirikliklari ile dogru orantili olarak artan yogun zihinsel ve ruhani güçler tüm dünyada bir ifade yolu aramaktadirlar. Dünya insanlarinin, artik hiçbir ülkenin disinda kalamadigi anlasmazliklara, acilara ve yikintilara bir son verme özlemi içinde olduklarinin isaretleri her yerde artmaktadir. Artmakta olan bu degisim dürtülerinden yararlanilmali ve yüzyillik bir rüya olan evrensel barisin gerçeklesmesinin önünü tikayan diger engellerin üstesinden gelinmesi için yönlendirilmelidir. Böyle bir is için gerekli olan irade gücü sadece, toplumu etkileyen sayisiz hastaliklara karsi harekete geçme çagrisiyla olusturulamaz. Bu çagrinin, kelimenin tam anlamiyla insanin refahi görüsüyle, yani, simdi erisilebilecek olan ruhani ve maddi mutluluk olasiliklarinin bilinciyle canlandirilmasi gerekmektedir. Bundan yararlananlar, ayirim yapilmaksizin ve insanligin islerinin yeniden düzenlenmesinin temel hedefleriyle ilgisi olmayan kosullar konulmaksizin, bütün dünya insanlari olmalidir. Tarih esas olarak simdiye kadar kabileler, kültürler, siniflar ve uluslarin deneyimlerine tanik olmustur. Dünyanin bu yüzyilda fiziksel olarak birlesmesi ve üzerinde yasayan herkesin birbirine bagimli oldugunun kabul edilmesiyle birlikte, artik insanligin tek bir halk olarak tarihi baslamaktadir. Insan karakterinin uzun ve yavas bir sekilde uygarlasmasi, sundugu maddi avantajlar açisindan inisli çikisli ve kabul etmek gerekir ki, adaletsiz ve düzensiz bir gelisme göstermistir. Buna ragmen, geçmis çaglar boyunca gelisen bütün genetik ve kültürel çesitliligin zenginligiyle donanmis olan dünya sakinleri, simdi bilinçli ve sistemli bir sekilde geleceklerini tasarlama sorumlulugunu üstlenmek üzere ortak miraslarini kullanmaya davet edilmektedirler. Uygarligin gelisimindeki bir sonraki asamanin vizyonunun, sosyal ve ekonomik kalkinmaya yönelik yaklasimlarin simdi temelini olusturan tutum ve varsayimlarin derinlemesine gözden geçirilmeden sekillendirilebilecegini düsünmek gerçekçi olmayacaktir. Böyle bir yeniden degerlendirmenin, politika, kaynaklarin kullanimi, planlama süreçleri, uygulama yöntemleri ve organizasyon gibi pratik konulari içermesi gerekecegi çok açiktir. Ancak, bu islem devam ettikçe izlenecek uzun vadeli hedefler, gerekli olan toplumsal yapilar, sosyal adalet ilkelerinin kalkinma açisindan sonuçlari ve sürekli degisimin gerçeklestirilmesinde bilginin dogasi ve rolü gibi temel konular kisa sürede ortaya çikacaktir. Gerçekten de, böyle bir yeniden inceleme, insan dogasinin anlasilmasi konusunda genis bir fikir birligi arayisina girmek zorunda kalacaktir. Kavramsal veya pratik olsun, tüm bu konulara açilan iki tartisma yolu vardir ve evrensel bir kalkinma stratejisi konusunu önümüzdeki sayfalarda iste bu iki yol boyunca arastirmak istiyoruz. Bunlardan birincisi, kalkinma sürecinin dogasi ve amaci konusundaki yaygin inançlar; ikincisi ise bu süreçte çesitli basrol oyuncularina verilen rollerdir. Mevcut kalkinma planlarinin birçogunu yönlendiren varsayimlar esasen maddecidir. Yani kalkinmanin amaci, maddi refaha ulasilmasinda dünyanin bazi bölgelerinde deneme-yanilma yoluyla bulunan yöntemlerin bütün toplumlara basarili bir sekilde uygulanmasi olarak tanimlanmaktadir. Gerçekten de, kalkinma tartismasinda, kültürel ve politik sistemlerdeki farkliliklari bagdastiran ve çevrenin bozulmasiyla ortaya çikan büyük tehlikelere yanit veren degisiklikler olmaktadir. Ancak, bütün bunlarin temelini olusturan maddeci varsayimlara karsi çikilmamaktadir. Yirminci yüzyil biterken, maddeci yasam kavraminin yarattigi sosyal ve ekonomik kalkinma yaklasiminin, insanligin gereksinimlerini karsilayabilecegi inancini sürdürmek artik mümkün degildir. Bu yaklasimin yaratacagi degisimler konusundaki iyimser tahminler, dünya sakinlerinin küçük ve giderek de yok olan bir azinliginin yasam standartlarini dünya nüfusunun büyük bir çogunlugunun yasadigi yoksulluktan ayiran ve sürekli büyüyen uçurumun içinde kaybolmustur. Beklenmeyen bu ekonomik kriz ve bu krizin neden oldugu sosyal çöküntü, insanin dogasi konusunda önemli bir kavram yanlisligini yansitmaktadir. Çünkü, mevcut düzenin uyarilarinin insanlarda yarattigi karsilik sadece yetersiz olmakla kalmayip, dünya olaylarinin karsisinda neredeyse konuyla ilgisizdir. Toplumun kalkinmasinin, sadece maddi kosullarin iyilesmesinin ötesinde bir amaç edinmedikçe, bu hedeflere bile ulasamayacagini görmekteyiz. Bu amaç, yasamin ve motivasyonun, sürekli olarak degisen bir ekonomik tablodan ve insan toplumlarinin 'kalkinmis' ve 'kalkinmakta olan' diyerek yapay bir biçimde zorla bölünmesinden daha üstün olan ruhani boyutlarinda aranmalidir. Kalkinmanin amaci yeniden tanimlandiginda, basrol oyuncularinin bu süreçte oynayacaklari uygun rollere iliskin varsayimlari gözden geçirmek gerekecektir. Hangi düzeyde olursa olsun, hükümetin önemli rolü herhangi bir açiklama gerektirmemektedir. Ancak, gelecek kusaklar esitlikçi felsefeye ve buna iliskin demokratik ilkelere övgüler sunan bir çagda, kalkinma planlarinin insan kitlelerini esas olarak yardim ve egitimden yararlananlar olarak görmesini çok güç anlayacaklardir. Katilim bir ilke olarak kabul edilmesine ragmen, dünya nüfusunun çogunlugu sadece ikinci derecede önemli konularda karar verme yetkisine sahiptir ve bu kararlar da, bu çogunlugun ulasamadigi kurumlar tarafindan konulan ve genellikle de gerçege bakis biçimleriyle uyusmayan birtakim hedeflerle belirlenen bir dizi seçenekle sinirlidir. Bu yaklasim, açikça olmasa da, kurumlasmis din tarafindan da desteklenmektedir. Pedersahi geleneklerin yükü altinda ezilen yaygin dini düsünce, insan dogasinin ruhani boyutlarinda ifade bulan bir inanci, maddi kosullarin asilmasinda insanligin ortak yetenegine güvenme duygusuna dönüstürme yeteneginden yoksun gözükmektedir. Bu tür bir tutum, zamanimizin belki de en önemli sosyal olgusunun degerini gözden kaçirmaktadir. Eger dünya hükümetlerinin Birlesmis Milletler sistemi ortaminda yeni bir küresel düzen kurmaya çalistiklari dogruysa, dünya insanlarinin ayni vizyonun heyecanini duyduklari da ayni ölçüde dogrudur. Insanlarin bu olguya verdikleri karsilik, toplumsal degisim için yerel, ulusal ve uluslararasi düzeyde çok sayida hareket ve kuruluslarin aniden olgunlasma dönemine girmesi seklinde olmustur. Insan haklari, kadinlarin gelisimi, sürdürülebilir ekonomik kalkinmanin toplumsal gereksinimleri, önyargilarin yenilmesi, çocuklarin ahlak egitimi, okur-yazarlik, temel saglik hizmetleri ve yasamsal bir dizi kaygilarin herbiri, dünyanin her kösesinde giderek artan sayida insanin destekledigi kuruluslarin acil destegini talep etmektedir. Dünya insanlarinin çagin acil gereksinimlerine verdikleri bu karsilik, Hz. Bahaullah tarafindan bir yüzyildan fazla bir süre önce yükseltilen su çagrinin yankisidir: "Içinde yasadiginiz çagin ihtiyaçlariyla yakindan ilgilenin ve düsüncelerinizi onun icap ve gerekleri üzerinde yogunlastirin."Çok sayidaki siradan insanlarin geçirmekte oldugu ve uygarlik tarihinin perspektifinden bakildiginda son derece ani olan bir degisim, dünyamizin geleceginin planlanmasinda insanliga verilen role iliskin temel sorular uyandirmaktadir. I Dünya nüfusunu, ortak kaderi konusunda sorumluluk üstlenmeye çekebilecek bir stratejinin temeli insanligin birligi bilinci olmalidir. Gündelik konusmalarda aldatici bir sekilde basit gözükse de, insanligin tek bir halktan olustugu kavrami, günümüz toplumunun kurumlarinin çogunun islevlerini yerine getirme yöntemlerine meydan okumaktadir. Sivil hükümetin muhalefet kavramina dayali yapisi, birçok medeni yasayi sekillendiren taraf tutma ilkesi, siniflar ve diger sosyal gruplar arasindaki mücadelenin yüceltilmesi, ya da modern yasamin geneline egemen olan rekabet ruhu seklinde olsun, çekisme, insan iliskilerinde en önemli etken olarak kabul edilmektedir. Bu kavram, yasamin geçen iki asir süresince giderek güçlenen maddeci yorumunun toplumsal örgütlenme içindeki bir baska ifadesidir. Hz. Bahaullah yüz küsur yil önce Kraliçe Victoria'ya hitaben yazdigi bir mektupta, evrensel bir toplumun olusturulmasi için inandirici bir vaatte bulunan bir modele dikkat çeken bir benzetmeden yararlanarak, dünyayi insan vücudu ile karsilastirmistir. Gerçekten de, varlik aleminde bakabilecegimiz baska bir makul model yoktur. Insan toplumu, sadece birbirinden farkli hücreler kitlesinden degil, herbiri zeka ve irade sahibi olan bireylerin meydana getirdigi topluluklardan olusmaktadir; buna ragmen, insanin biyolojik dogasini niteleyen isleyis biçimleri varolusun temel ilkelerini göstermektedir. Bunlarin içinde en önemlisi çesitlilik içinde birliktir. Basta çeliskili gözükse de, insan vücudunu olusturan unsurlarin herbirinin içinde mevcut olan seçkin özelliklerin tam olarak gerçeklesmesine izin veren olgu, insan vücudunu olusturan düzenin bütünlügü ve karmasikligi ve vücudun hücrelerinin bu düzenle mükemmel bir sekilde bütünlesmesidir. Hiçbir hücre, vücudun isleyisine katkida bulunurken veya bütünün sagligindan kendi payina düseni alirken vücuttan ayri yasamaz. Böylece ulasilan fiziksel saglik, insan bilincinin ifade edilmesini mümkün kilarak amacina ulasir; yani biyolojik gelismenin amaci, vücudun ve onun parçalarinin sadece var olmasindan daha önemlidir. Bireyin yasami için dogru olan seylerle insan toplumu için dogru olanlar arasinda benzerlikler vardir. Insan türü, evrim sürecinin ulastigi en son asama olan organik bir bütündür. Insan bilincinin, bireylerin akillarinin ve dürtülerinin sonsuz çesitliligi araciligiyla islemesi, onun temel birligini hiçbir sekilde zedelemez. Gerçekten de, birligi homojenlikten veya tekdüzelikten ayiran sey, dogasindaki çesitliliktir. Hz.Bahaullah insanlarin bugün ortak bir sekilde resit olma deneyimini yasadiklarini söylemektedir ve çesitlilik içinde birlik ilkesi, insan irkinin simdi görülmekte olan bu olgunlugu sayesinde tam olarak ifade edilecektir. Sosyal kurumlasma süreci, aile yasaminin saglamlasmasinin ilk zamanlarindan beri, birbiri ardina klan ve kabile gibi basit yapilardan ve degisik biçimlerdeki sehir toplumlarindan, son olarak ulus-devletlerin ortaya çikisina girmis ve herbir asama insanin kapasitesinin kullanilmasinda yeni firsatlar zenginligi getirmistir. Insan irkinin ilerlemesinin, bireyselligin harcanmasi pahasina gerçeklesmedigi açiktir. Sosyal düzenleme gelistikçe, her insanin içinde gizli olan kapasitelerin ifadesinin kapsami da ayni sekilde genislemistir. Bireyle toplum arasindaki iliski karsilikli oldugu için, su anda gerekli olan degisim insan bilincinde ve sosyal kurumlarin yapisinda ayni zamanda olusmalidir. Küresel bir kalkinma stratejisi, iki yönlü bu degisim süreci tarafindan sunulan firsatlar içinde amacina ulasacaktir. Tarihin bu kritik asamasinda bu amaç, evrensel uygarligin zamanla sekillenmesi için saglam temellerin atilmasi olmalidir. Küresel uygarligin temellerinin atilmasi, özellik ve yetki açisindan evrensel olan yasalarin ve kurumlarin yaratilmasini gerektirmektedir. Bu çaba ancak, karar verme sorumlulugunu ellerinde bulunduranlar insanligin birligi kavramini içtenlikle kabul ettigi ve bu konudaki ilkeler egitim sistemleri ve toplu iletisim araçlari kanaliyla yayildigi zaman baslayabilir. Bu esik asildiginda, dünya insanlarinin ortak hedefler olusturma ve kendilerini bunlarin basarilmasina adama isine cezbedilecegi bir süreç baslatilmis olacaktir. Ancak böylesine esasli bir yönlendirme, insanlari yüzyillardir devam eden etnik ve dinsel çatismalarin kötülüklerinden de koruyabilir. Dünya sakinleri, ancak simdi dogmakta olan tek bir halktan olustuklari bilinciyle, geçmiste sosyal düzene egemen olan çatisma modellerine sirt çevirip, isbirligi ve uzlasma yollarini ögrenmeye baslayabilirler. Hz. Bahaullah söyle yazmaktadir: "Insanligin mutlulugu, barisi ve güvenligine, insanlik aleminin birligi saglam bir biçimde kurulmadikça ve kurulana kadar ulasilamayacaktir." II Adalet, simdi dogmakta olan insanligin birligi bilincini, küresel toplum yasaminin gerekli yapilarinin güvenle kurulmasini mümkün kilacak ortak bir iradeye dönüstürebilecek olan tek güçtür. Dünya insanlarinin giderek her türlü bilgiye ve çesitli düsüncelere ulasabildiklerine tanik olan bir çag, adaletin, basarili bir sosyal düzeni yöneten ilke oldugu iddiasiyla karsilasacaktir. Dünyanin kalkinmasina yönelik öneriler, adaletin gerektirdigi ölçütlerin tarafsiz isigina giderek daha büyük bir siklikla tutulacaktir. Bireysel düzeyde adalet, insan ruhunun, her insanin dogruyu yanlistan ayirmasini saglayan yetenegidir. Hz. Bahaullah adaletin, Allah'in gözünde "herseyden çok sevilen" oldugunu teyit etmektedir, çünkü adalet, her bireyin baskalarinin gözleri yerine kendi gözleriyle görmesine, komsusunun veya ait oldugu grubun bilgisi yerine kendi bilgisiyle bilmesine izin vermektedir. Adalet kisinin yargilarinda tarafsiz davranmasini, diger insanlara olan davranislarinda esit olmasini gerektirir ve bu nedenle de, yasamin günlük olaylarinin degismeyen ve hatta kisiden bazi seyler bekleyen bir yoldasidir. Topluluk düzeyinde ise, adil olma kaygisi ortak karar alirken vazgeçilmez bir pusuladir, çünkü düsünce ve eylemde birlige ulasilmasini mümkün kilan tek araçtir. Geçmis çaglarda adalet adi altinda gizlenen cezalandirici ruhu tesvik etmenin aksine, adalet insanin gelisiminin basarilmasinda bireyin ve toplumun çikarlarinin ayrilmaz bir biçimde birbirine bagli oldugu bilincinin pratik ifadesidir. Adalet insan iliskilerinde yol gösterici bir kaygi oldugu ölçüde, degisik seçeneklerin sogukkanlilikla incelenmesine ve uygun yollarin seçilmesine izin veren bir mesveret ortamini tesvik edecektir. Bu tür bir ortamda hileye ve taraf tutmaya yönelik her zaman var olan egilimlerin karar verme sürecini saptirma olasiligi çok küçük olacaktir. Adalet kavraminin sosyal ve ekonomik kalkinma için anlami çok derindir. Adalet kaygisi, gelismenin tanimlanmasi isini, insanligin genelinin refahini ve hatta bütün dünyayi, teknolojik atilimlarin ayricalikli bir azinliga sunacagi avantajlar adina feda edilmesi egilimlerinden korur. Tasarim ve planlama asamasinda, sinirli kaynaklarin bir toplumun zaruri sosyal ve ekonomik öncelikleriyle ilgisi olmayan projelerde kullanilmasini önler. Herseyin ötesinde, sadece insanligin ihtiyaçlarini karsiladigi görülen ve amacinda adil ve esitlikçi olan kalkinma programlari, bu programlarin uygulanmasini saglayacak insan kitlelerinin bagliligini kazanmayi umut edebilir. Toplumun her üyesi ve aslinda toplum içindeki her grup, herkese esit olarak uygulanan ölçütlerle korundugundan ve ayni çikarlara sahip oldugundan emin oldugu takdirde, dürüstlük, çalisma istegi ve isbirligi ruhu gibi gerekli insani özellikler, muazzam boyutlu ortak hedeflerin gerçeklestirilmesine basariyla dönüstürülebilir. Bu nedenle, sosyal ve ekonomik kalkinma stratejisi üzerinde yapilan tartismalarin özünde insan haklari konusu yatmaktadir. Böyle bir stratejinin sekillendirilmesi, insan haklarinin gelistirilmesi kavraminin, uzun bir süreden beri tutsagi oldugu yapay ayriliklarin pençesinden kurtarilmasini gerektirmektedir. Her bireyin kendi kisisel gelisimine yardimci olan düsünce ve hareket özgürlügüne sahip olmasi kaygisi, günümüz yasaminin birçok alanini ciddi bir biçimde yozlastiran bireysellik inancina bagliligi hakli gösteremez. Öte yandan, toplumun bir bütün olarak refaha ulastirilmasi kaygisi da, devletin insanligin refahinin kaynagi olarak ilahlastirilmasini gerektirmez. Tam aksine, içinde bulundugumuz yüzyilin tarihi bu tür ideolojilerin ve bunlarin neden olduklari tarafli faaliyetlerin, hizmet etmeyi amaçladiklari çikarlarin basta gelen düsmanlari oldugunu büyük bir açiklikla göstermistir. Insan haklari konusunda duyulan kayginin bütün yönleri, ancak insanligin organik birligi bilincinin sagladigi bir mesveret çerçevesi içinde yasal ve yaratici bir sekilde ifade edilebilir. Bugün, bu çerçeveyi yaratma ve insan haklarinin iyilestirilmesini, onu istismar edeceklerden kurtarma görevini üstlenecek olan kurum, iki yikici dünya savasinin trajedilerinden ve dünya çapindaki ekonomik çöküntünün deneyimlerinden dogmus olan uluslararasi kurumlar sistemidir. "Insan haklari"teriminin, Birlesmis Milletler Berati'nin 1945 yilinda ilan edilmesi ve Insan Haklari Evrensel Bildirgesi'nin de üç yil sonra kabul edilmesinden sonra genel olarak kullanilmaya baslamis olmasi çok önemlidir. Bu tarihi belgelerde, dünya barisinin kurulmasiyla baglantili oldugu kabul edilen sosyal adalete gösterilen saygi resmen kabul edilmekteydi. Bildirge'nin Genel Assamble'de tek bir aleyhte oy almadan kabul edilmesi, bu belgeye sonraki yillarda giderek artan bir yetkiyi baslangiçta vermistir. Insan dogasini belirleyen özelliklerinden birisi olan bilinçle en yakindan iliskili olan etkinlik, bireyin gerçegi kendisi için arastirmasidir. Varolusun amacini arastirma ve insan dogasinin bunu mümkün kilan yeteneklerini gelistirme özgürlügünün korunmasi gereklidir. Insanlar bilme özgürlügüne sahip olmalidir. Bu özgürlügün sik sik suistimal edilmesi ve bu yanlis kullanimlarin çagimiz toplumunun nitelikleri tarafindan tesvik edilmesi, bu dürtünün hakliligini hiçbir sekilde azaltmaz. Evrensel Bildirge ve ilgili Anlasmalarda kutsallastirilan birçok hakkin ilan edilmesi için ahlaki bir zorunluluk olusturan da, insan bilincinin iste bu seçkin dürtüsüdür. Evrensel egitim, hareket özgürlügü, bilgiye ulasma ve politik yasama katilma firsati, bu dürtünün isleyisinin uluslararasi toplum tarafindan açikça garanti edilmesi gereken yönleridir. Ayni sey, dini özgürlük de dahil olmak üzere, düsünce ve inanç özgürlügü, degisik fikirlere sahip olma ve bu düsünceleri uygun bir biçimde ifade etme hakki için de geçerlidir. Insanlik toplumu tek ve bölünmez oldugu için, insan irkinin her üyesi bütünün bir emaneti olarak dünyaya gelmektedir. Bu eminlik, Birlesmis Milletler'in çesitli kurumlarinin da tanimlanmaya çalistigi, esas olarak ekonomik ve sosyal diger haklarin çogunun ahlaki temelini olusturmaktadir. Böyle bir eminlik, ailenin ve evin güvenligini, mülkiyet ve özel yasam haklarinin tümünü kapsamaktadir. Topluma düsen zorunluluklar ise, toplumun bireylerinin istihdam, ruhsal ve fiziksel saglik hizmetleri, sosyal güvenlik, adil ücretler, dinlenme ve eglenme ve bir dizi diger makul beklentilerinin karsilanmasini içermektedir. Ortak eminlik ilkesi, her bireyin kimligi için gerekli olan kültürel kosullarin, ulusal ve uluslararasi yasalarla korunmasini bekleme hakkini da yaratmaktadir. Gen havuzunun insanligin ve çevresinin biyolojik yasaminda oynadigi rol gibi, binlerce yil sonunda ulasilan engin kültürel çesitlilik zenginligi de, ortak bir biçimde resit olmakta olan insan irkinin sosyal ve ekonomik gelisimi açisindan çok önemlidir. Kültürel çesitlilik, küresel bir uygarlikta meyvesini verecek olan bir mirastir. Bir yandan, kültürlerin ifade edilmesinin, halen hüküm sürmekte olan materyalist güçler tarafindan bogulmaktan korunmasi gerekmektedir. Öte yandan, kültürler, partizan politik amaçlar için yönlendirilmeksizin, uygarligin sürekli degisen modelleri içinde birbirleriyle etkilesebilmelidirler. Hz. Bahaullah söyle söylemektedir: "Insanligin isigi Adalet'tir. Onu baski ve zulümün karsit rüzgarlariyla söndürmeyin. Adaletin amaci, insanlar arasinda birligin görünmesidir. Onun derin önemi dünyadaki tüm kitaplara sigmazken, ilahi hikmet okyanusu bu yüce kelimenin içinde dalgalandi." III Uluslar toplumu tarafindan simdi düzenlenme sürecinde olan insan haklari ölçütünün yayginlastirilmasi ve her yerde geçerli uluslararasi normlar olarak yerlesmesi için, insan iliskilerinin temelde yeniden tanimlanmasi gereklidir. Insanlar arasinda, insanlarla doga, bireyle toplum ve toplumun üyeleriyle kurumlari arasindaki iliskilerde neyin dogal ve uygun oldugu konusundaki mevcut kavramlar, gelisiminin ilk ve daha az olgun oldugu asamalarinda insan irkinin ulastigi anlayis düzeylerini yansitmaktadir. Eger insanlik gerçekten de resit oluyorsa, eger dünyanin tüm sakinleri tek bir halk olusturuyorsa, eger adalet sosyal düzenlemenin amir ilkesi olacaksa, ortaya çikmakta olan bu gerçeklerin bilinmemesinden dogan mevcut kavramlar da yeniden gözden geçirilmelidir. Bu yöndeki hareket henüz baslamistir. Bu hareket yayildikça, ailenin dogasi ve her üyesinin hak ve sorumluluklari konusunda yeni bir anlayis olusacaktir. Toplumun her düzeyindeki kadinlarin rolünü tümüyle degistirecektir. Insanlarin, yaptiklari isle olan iliskilerinin yeniden düzenlenmesi ve ekonomik faaliyetlerin yasamlarindaki yeri konusundaki anlayislari üzerindeki etkisi hizla yayilacaktir. Insanlarin islerinin yönetiminde ve bu yönetimi gerçeklestirmek üzere olusturulan kurumlarda genis kapsamli degisiklikler meydana getirecektir. Onun etkisiyle toplumun sayilari hizla artan hükümet disi kurumlarinin isi giderek daha rasyonel olacaktir. Hem çevreyi, hem de tüm insanlarin gelisim ihtiyaçlarini koruyacak baglayici bir yasanin çikarilmasini temin edecektir. Sonunda, bu hareketin Birlesmis Milletler sisteminde neden olacagi yeniden yapilanma veya degisim bizi, hiç kusku yok ki, kendine ait yasama, adalet ve yürütme kurumlariyla bir dünya uluslari federasyonunun kurulmasina götürecektir. Insan iliskileri sistemine yeni bir kavram kazandirilmasi isinin özünde, Hz. Bahaullah'in mesveret olarak tanimladigi süreç vardir. Hz. Bahaullah, "Her seyde mesveret gereklidir"diye ögütlemektedir. "Anlayis yeteneginin olgunlugu mesveret sayesinde açiga çikar." Bu sürecin gerektirdigi gerçegi arama ölçütü, insan islerinin günümüzdeki tartismalarini niteleme egilimi gösteren pazarlik ve uzlasma modellerinden çok üstündür. Günümüz toplumunun yaygin bir özelligi olan protesto kültürüyle bu basarilamaz ve gerçekten de, basarilmasi büyük ölçüde tehlikeye girer. Ortak hareketin uzun bir zamandan beri bilinen özellikleri olan tartisma, propaganda, muhalefet yöntemleri, partizanligin tüm mekanizmasi bunun amacina, yani belirli bir durumun gerçegi hakkinda bir görüs birligine varilmasina ve her bir anda mümkün olan hareket seçeneklerinin en akilcisinin seçilmesine temelde zararlidir. Hz. Bahaullah'in istedigi, kendi çikarlarina ve hedeflerine sahip bir toplumun üyeleri olarak islev yapmak amaciyla, her katilimcinin kendi görüslerini asmaya çalismasiyla olusan bir mesveret sürecidir. Içtenlik ve nezaket özelliklerini tasiyan böyle bir atmosferde görüsler, tartisma sirasinda bunlari ortaya atanlara degil, gruba aittir ve ulasilmaya çalisilan hedefe en iyi hizmet etmek üzere benimsenir, bir kenara atilir veya degistirilirler. Mesveret, tartismaya baslandiginda bireysel görüsler ne olursa olsun, alinan kararlarin tüm katilimcilar tarafindan desteklendigi ölçüde basarili olur. Bu gibi kosullarda, deneyimler herhangi bir eksiklik veya kusur ortaya çikarirsa, daha önce alinan bir karar kolaylikla yeniden gözden geçirilebilir. Bu açidan bakildiginda mesveret, adaletin insan islerindeki gözle görülür ifadesidir. Ortak çabalarin basarisi açisindan öyle önemlidir ki, sosyal ve ekonomik kalkinma için uygulanabilir bir stratejinin temel özelligi olmalidir. Gerçekten de, böyle bir stratejinin basarisi insanlarin baglilik ve çabalarina baglidir. Insanlarin bu katilimi ise, ancak mesveretin her projeyi biçimlendiren ilke olmasi halinde etkili olur. Hz. Bahaullah söyle ögütlüyor: "Hiçbir insan, adaletinin disinda hiçbir seyle gerçek makamina ulasamaz. Birlik olmadan hiçbir güç varolmaz. Mesveret olmadan hiçbir mutluluk ve refaha ulasilamaz." IV Küresel bir toplumun kalkinmasinda ortaya çikan isler, insan irkinin simdiye kadar ulasabildiginin çok üzerinde kapasite düzeyleri gerektirmektedir. Bu düzeylere ulasilmasi ise, bireylerin ve toplumsal kurumlarin bilgiye ulasiminin büyük ölçüde yayginlastirilmasini zorunlu kilacaktir. Evrensel egitim, bu kapasite olusturma sürecinin ayrilmaz bir unsuru olacaktir. Ancak, bu çaba sadece insanligin isleri, toplumun her kesiminden bireylere ve gruplara bilgiyi edinme ve bunu insanligin islerinin sekillendirilmesi için uygulama olanagi vermek üzere düzenlendigi takdirde basariya ulasacaktir. Yazili tarih boyunca insan bilinci, kapasitelerini bir gelisim süreci içinde ifade edebilmesini saglayan iki temel bilgi sistemine dayali olmustur: bilim ve din. Bu iki kurum araciligiyla insan irkinin deneyimleri düzenlenmis, çevresi yorumlanmis, içinde sakli olan güçleri kesfedilmis ve ahlaki ve entellektüel yasami disiplin altina alinmistir. Bilim ve din uygarligin gerçek atalari olarak çalismislardir. Dahasi, zaman geçtikçe bu ikili yapinin etkisinin, her biri kendi alani içinde kalmak sartiyla, din ve bilimin birbirleriyle uyum içinde çalisabildikleri dönemlerde çok daha büyük oldugu simdi daha iyi görülmektedir. Günümüzde bilime neredeyse evrensel bir saygi duyuldugu için, bu kurumun güvenilirligi konusunda bir açiklama gerekmemektedir. Sosyal ve ekonomik kalkinma stratejisi açisindan sorun, bilimsel ve teknolojik etkinliklerin nasil düzenlenecegidir. Eger yapilacak is, az sayida ülkede yasayan seçkinler sinifinin korunmasi olarak görülürse, bu tür bir düzenlemenin dünyanin zenginleriyle yoksullari arasinda yaratmis oldugu muazzam uçurumun, yukarida söz edildigi gibi, dünya ekonomisi için felaket niteliginde sonuçlarla daha da büyümeye devam edecegi açiktir. Gerçekten de, insanligin çogunlugu baska bir yerde üretilen bilimin ve teknolojinin ürünlerini kullananlar olarak görülmeye devam edilirse, görünüste onlarin ihtiyaçlarini karsilamak üzere tasarlanan programlarin "kalkinma" olarak adlandirilmalari uygun olmayacaktir. Bu nedenle, en büyük güçlük bilimsel ve teknolojik etkinliklerin yayginlasmasidir. Son derece güçlü olan sosyal ve ekonomik degisim araçlari, toplumun avantajli kesimlerinin mirasi olmamali ve tüm insanlarin bu tür etkinliklere kapasiteleri oraninda katilmalarina izin verecek sekilde düzenlenmelidir. Zorunlu egitimin, bundan yararlanabilecek herkese sunulmasini mümkün kilacak programlarin yaratilmasinin yanisira, bu tür bir yeniden düzenleme, dünyanin çesitli yerlerinde uygulanabilir ögrenme merkezlerinin, yani dünya insanlarinin bilginin üretilmesine ve kullanilmasina katkida bulunma yeteneklerini gelistirecek kurumlarin olusturulmasini gerektirecektir. Kalkinma stratejisi, bireysel kapasitelerdeki büyük farkliliklari göz önünde bulundururken, bütün dünya sakinlerinin en dogal ortak haklari olan bilim ve teknoloji süreçlerine esit olarak katilmalarini mümkün kilma görevini ana hedef olarak kabul etmelidir. Statükoyu koruma konusundaki bilinen tezler, iletisim teknolojisindeki giderek hizlanan devrimin bilgiyi ve egitimi, dünyanin her yerindeki ve her kültürden büyük insan kitlelerinin ayagina kadar getirmesiyle güçlerini her geçen gün yitirmektedir. Insanligin dinsel yasamindaki güçlükler, farkli özellikte olsalar da, ayni ölçüde ürkütücüdür. Dünya nüfusunun büyük bir çogunlugu için, insan dogasinin ruhani bir boyutu bulundugu, hatta temel kimliginin ruhani oldugu, kanit gerektirmeyen bir gerçektir. Bu, uygarliga ait en eski kayitlarda izine rastlanilabilen ve insanligin geçmisindeki bütün büyük dini geleneklerin herbiri tarafindan binlerce yil boyunca gelistirilen gerçegin bir algilanmasidir. Bunun hukuk, güzel sanatlar ve insan iliskilerinin uygarlasmasi konularindaki kalici basarilari tarihe zenginlik ve anlam kazandirmaktadir. Bu olgunun esinlemeleri dünya üzerindeki çogu insanin günlük yasamini su veya bu sekilde etkilemektedir ve dünyadaki olaylarin bugün dramatik bir biçimde de gösterdigi gibi, uyandirdigi özlemler son derece güçlüdür ve dindirilememektedir. Bu nedenle, insanin gelisimini saglayacak her türlü çabanin, böylesine evrensel ve son derece yaratici olan kapasiteleri uyandirmasi gerektigi açiktir. Öyleyse insanligin önündeki ruhani konular, neden kalkinma konusundaki konusmalarin özünü olusturmamistir? Uluslararasi kalkinma gündeminin önceliklerinin çogu, hatta kalkinmanin temelini olusturan varsayimlarinin çogu neden bugüne kadar dünya nüfusunun sadece küçük bir azinliginin benimsedigi materyalist dünya görüsleri tarafindan belirlenmistir? Katilimcilarinin kültürel deneyimlerinin geçerliligini inkar eden bir evrensel katilim ilkesine duyulan ve açikça itiraf edilen bir bagliliga ne kadar önem verilebilir? Ruhani ve ahlaki konularin, tarihsel açidan objektif kanitlardan etkilenmeyen ve birbirleriyle çekisen teolojik doktrinlerle iliskili olmasi nedeniyle, uluslararasi toplumun kalkinma kaygilarinin çerçevesinin disinda kaldigi iddia edilebilir. Bunlara önemli bir rol vermekle, toplumsal çatismayi besleyen ve insanin gelisimini engelleyen dogmatik etkilere yol açilacagi söylenebilir. Bu tür bir iddia hiç süphesiz bir ölçüye kadar dogrudur. Dünyanin çesitli teolojik sistemlerini temsil edenler, birçok ilerici düsünürün gözünde inancin sayginligini kaybetmis olmasinin yanisira, insanligin ruhani anlam üzerindeki bugün de devam eden tartismalarinda yaratilan yasaklar ve çarpikliklarin da agir sorumlulugunu tasimaktadirlar. Ancak, çözümün, ruhani gerçegin arastirilmasinin engellenmesinde ve insanin motivasyonunun en derin köklerinin gözardi edilmesinde yattigi sonucunun çikarilmasi apaçik bir kuruntudur. Bu durumun tek sonucu da, böyle bir sansürün yakin geçmiste ulastigi düzeye paralel olarak, insanligin geleceginin sekillendirilmesi isinin, hakikatin ahlakla ilgisi olmadigini ve gerçeklerin degerlerden bagimsiz oldugunu iddia eden yeni bir bagnazligin eline teslim edilmesi olmustur. Dünyasal varolus söz konusu oldugu sürece, dinin en büyük basarilarinin çogu ahlaki nitelikte olmustur. Dinin ögretileri ve bu ögretilerle aydinlanan insan yasamlarinin örnekleri sayesinde, çaglar boyunca dünyanin her yerindeki insan kitleleri sevme yetenegini gelistirmislerdir. Dogalarinin hayvani yanini disiplin altina almayi, ortak çikar ugruna büyük özverilerde bulunmayi, bagislayiciligi, cömertligi ve güveni, serveti ve diger kaynaklari uygarligin gelisimine yararli olacak yollarda kullanmayi ögrenmislerdir. Bu ahlaki ilerlemeleri büyük bir ölçekte toplumsal yasam normlarina dönüstürmek amaciyla kurumsal sistemler tasarlanmistir. Dogmalarin yayilmasiyla ne kadar gizlenirse gizlensin ve mezhep çatismalari tarafindan ne kadar saptirilirsa saptirilsin, Hz.Krisna, Hz.Musa, Hz.Buda, Hz.Zerdüst, Hz.Isa ve Hz.Muhammed gibi üstün sahsiyetler tarafindan harekete geçirilen ruhani dürtüler, insan karakterinin uygarlasmasinda en basta gelen etken olmustur. O halde sorun insanligin, bilgiye daha büyük oranda ulasarak güçlenmesi olduguna göre, bunu mümkün kilacak stratejinin, bilim ile din arasinda sürekli ve giderek yogunlasan bir diyalogun etrafinda olusturulmasi gerekmektedir. Bilimsel basarilari temsil eden görüs ve becerilerin, insani ilgilendiren her etkinlik alaninda ve her düzeyde uygun bir sekilde uygulanmasini temin etmek amaciyla ruhani bagliligin ve ahlaki ilkenin gücüne güvenmesi gerektigi herkes tarafindan bilinen bir gerçektir. Örnegin, insanlarin gerçegi tahminden nasil ayiracaklarini, hatta öznel görüsler ile nesnel gerçek arasindaki farki nasil göreceklerini ögrenmeleri gerekmektedir; ancak, bu sekilde donanmis bireylerin ve kurumlarin insanin gelisimine yapacaklari katkinin ölçüsü, gerçege olan bagliliklari ve kendi çikarlarinin ve tutkularinin tahriklerinden kendilerini kurtarmalari ile belirlenecektir. Bilimin bütün insanlarda gelistirmesi gereken bir baska özellik de, tarihi süreç de dahil olmak üzere, süreç açisindan düsünmek olmalidir; ancak, bu entellektüel ilerleme kalkinmaya katkida bulunacaksa, bakis açisinin irk, kültür, cinsiyet veya dini inanç konusundaki bagnazliklardan arinmis olmasi gerekmektedir. Ayni sekilde, dünya sakinlerinin servet üretimine katilmalarini mümkün kilacak egitim, bu tür bir dürtünün insanliga hizmetin, hem bireysel yasamin, hem de sosyal düzenin amaci oldugu konusundaki ruhani görüsle aydinlandigi ölçüde kalkinmanin amaçlarina hizmet edecektir. V Insanligin önündeki ekonomik sorunlar, insan kapasitesinin seviyesinin, bilginin her düzeyde yayginlastirilmasi yoluyla yükseltilmesi açisindan incelenmelidir. Geçtigimiz onyillarin deneyimlerinin de gösterdigi gibi, maddi yararlar ve çabalar kendi baslarina birer amaç olarak görülemez. Bunlarin degeri sadece insanligin konut, gida, saglik hizmeti gibi temel gereksinimlerinin karsilanmasindan degil, insanin yeteneklerinin sinirlarinin gelistirilmesinden de olusmaktadir. Bu nedenle, ekonomik çabalarin kalkinmada oynamasi gereken en önemli rol, insanlari ve kurumlari kalkinmanin gerçek amacina ulasmalarini mümkün kilacak araçlarla donatmasinda yatmaktadir; bu amaç ise, insan bilincinde sakli olan sinirsiz potansiyelleri gelistirebilecek yeni bir sosyal düzenin temellerinin atilmasidir. Ekonomik düsüncenin önündeki güçlük, kalkinmanin bu amacini ve buna ulasilmasini saglayacak yollarin yaratilmasinin tesvik edilmesinde kendi rolünü kesin olarak kabul etmesidir. Ancak bu sekilde, ekonomi ve onunla ilgili bilimler kendilerini, simdi onlari saptiran materyalist düsüncelerin anaforundan kurtarabilir ve potansiyellerini, insanin refahinin kelimenin tam anlamiyla gerçeklesmesi için yasamsal araçlar olarak kullanabilirler. Bilimsel çalismalarla dinsel görüsler arasinda yakin bir diyaloga duyulan ihtiyaç hiçbir yerde daha belirgin degildir. Yoksulluk sorunu bu konuda iyi bir örnektir. Bu soruna yönelik öneriler, insan yasaminin bir özelligi olan bu ezeli durumu hafifletebilecek ve sonunda da kesin olarak yok edebilecek maddi kaynaklarin mevcut oldugu veya bilimsel ve teknolojik çabalarla yaratilabilecegi varsayimina dayanmaktadir. Böyle bir rahatlamanin basarilmamis olmasinin esas nedeni, gerekli bilimsel ve teknolojik gelismelerin, insanligin genelinin gerçek ihtiyaçlariyla yakindan ilgili olmayan bir dizi öncelige cevap vermeleridir. Eger yoksullugun yükü dünyanin üzerinden kesin olarak kaldirilacaksa, bu önceliklerin kökten bir sekilde yeniden düzenlenmesi gerekecektir. Bu tür bir basari, uygun degerlerin bulunmasi için kararli bir arayis gerektiri. Bu arayis, insanligin ruhani ve bilimsel kaynaklarini da ciddi bir biçimde sinayacaktir. Din, kanaatkarlikla pasifligi birbirinden ayiramayan ve yoksullugun, dünyevi yasamin ancak öbür dünyada kurtulunacak dogal bir özelligi oldugunu ögreten mezhep doktrinlerinin mahkumu oldugu sürece, bu ortak girisime katkida bulunurken ciddi engellerle karsilasacaktir. Dinsel ruh, insanliga maddi refah getirme mücadelesine etkin bir biçimde katkida bulunmak için, insanligin islerinde birlik ve adalet saglamaya çalisan bir çaga uygun yeni ruhani kavramlari ve ilkeleri, kendisinin de çiktigi ilham Kaynaginda bulmak zorundadir. Issizlik de benzer sorunlar yaratmaktadir. Çagdas düsünce biçimlerinin çogunda is kavrami genellikle, mevcut mallarin tüketilmesi için araçlar kazanmayi amaçlayan kârli bir mesguliyet düzeyine indirgenmistir. Sistem, mallarin üretiminin sürdürülmesi ve genisletilmesiyle ve böylece ücretli isdihdamin desteklenmesiyle sonuçlanan, kazanç ve tüketimden olusan bir döngü seklindedir. Bireysel olarak alindiginda bütün bu etkinlikler toplumun refahi için gereklidir. Ancak, bir bütün olarak kavramin yetersizligi, sosyal yorumcularin her ülkedeki çalisanlarin büyük bir kisminda sezdikleri kayitsizlik ve gittikçe büyüyen issizler ordusundaki moral bozuklugunda görülebilir. Bu nedenle, dünyanin yeni bir "is ahlaki"na acil olarak ihtiyaç duydugunun giderek daha yaygin bir sekilde kabul edilmekte olmasi sasirtici degildir. Burada da, bilimsel ve dini bilgi sistemlerinin yaratici etkilesimiyle ortaya çikan görüslerden baska hiçbir sey, aliskanliklarin ve tutumlarin temelden yeniden yönlendirilmesini saglayamaz. Beslenmek için doganin kolayca sunduklarina bagli olan hayvanlarin aksine, insanlar içlerindeki engin kapasiteleri, kendi ihtiyaçlarini ve baskalarinin ihtiyaçlarini karsilamak üzere tasarlanmis olan verimli isler araciligiyla ifade etmek zorunlulugunu hissederler. Böyle davranarak da, çok mütevazi bir düzeyde de olsa, uygarligin gelisim süreçlerine katkida bulunurlar. Kendilerini diger insanlarla birlestirecek olan amaçlari gerçeklestirirler. Hz. Bahaullah isin, bilinçli olarak insanliga hizmet ruhu içinde yapildigi ölçüde bir ibadet sekli ve Allah'a tapmanin bir yolu oldugunu söylemektedir. Her birey kendisine bu açidan bakma kapasitesine sahiptir ve uygulanan planlarin özelligi ve vaat ettikleri ödül ne olursa olsun, kalkinma stratejisi bireyin elinden alinamayan bu kapasiteden yardim istemelidir. Bundan daha dar bir bakis açisi, önümüzdeki ekonomik görevlerin gerektirecegi büyüklükteki çaba ve bagliligi dünya insanlarindan isteyemez. Ekonomik düsüncenin önüne, çevre krizinin bir sonucu olarak ayni tür bir güçlük çikmaktadir. Doganin, insanlarin her talebini yerine getirme kapasitesinin bir siniri olmadigi inancina dayanan teorilerdeki yanlislar simdi açikça ortaya çikmistir. Insanlarin isteklerinin artmasina, elde edilmesine ve tatmin edilmesine sonsuz deger veren bir kültür, bu tür hedeflerin kendi baslarina bir politika olusturma konusunda gerçekçi rehberler olmadigini kabul etmek zorunda kalmaktadir. Ekonomik sorunlara, temel güçlüklerin çogunun kapsam açisindan özel degil, küresel oldugu gerçegini karar verme yöntemleri açisindan kabullenemeyen yaklasimlar da yetersizdir. Bu ahlaki krizin doganin ilahlastirilarak nasil olsa asilabilecegi konusundaki içten umut, krizin yarattigi ruhani ve entellektüel çaresizligin bir kanitidir. Yaratik aleminin organik bir bütün oldugunun ve insanligin bu bütünü koruma sorumlulugunu tasidiginin kabul edilmesi, memnuniyet verici olmakla beraber, insanlarin bilinçlerinde yeni bir degerler sistemini tek basina olusturabilecek bir etki yaratmamaktadir. Insan irkina tarihin zorladigi eminlik görevini üstlenme görevini verecek olan tek sey, anlayista, kelimenin tam anlamiyla bilimsel ve ruhani bir hamle olacaktir. Tüm insanlarin nisbeten yakin bir zaman öncesine kadar insan olmanin en gerekli özellikleri olarak kabul ettigi, örnegin, kanaat etme, ahlaki disiplini memnuniyetle karsilama ve göreve baglilik gibi yetenekleri er geç yeniden kazanmasi gerekecektir. Büyük dinlerin Kurucularinin ögretileri bu özellikleri, bu ögretilere karsilik veren insan kitlelerine asilamayi tarih boyunca tekrar tekrar basarmistir. Bu kisilik özellikleri bugün çok daha yasamsaldir. Ancak, artik bunlarin ifade edilisi insanligin resit olusuna uygun bir biçim almalidir. Burada yine dinin asmasi gereken engel, kendisini geçmisin saplantilarindan kurtarmaktir: kanaatkarlik kadercilik degildir; ahlakin, çogu zaman ahlak adina konusan ve yasami inkar eden sofulukla bir ilgisi yoktur ve çalismaya içten bir baglilik duymak, insana dürüstlük duygusu degil, kendine deger verme duygusu kazandirir. Kadinlarin erkeklerle tam bir esitlige kavusmaktan israrla mahrum birakilmasinin etkisi, bilim ve dinin insanligin ekonomik yasaminda asmasi gereken engelleri daha da büyütmektedir. Cinsiyetlerin esitligi ilkesi, her tarafsiz gözlemci için, dünyanin ve insanlarin gelecekteki refahina iliskin tüm gerçekçi görüslerin temelidir. Bu ilke, insan dogasinin insan irkinin çocukluk ve erginlik döneminin uzun çaglari boyunca genellikle fark edilmeyen bir gerçegini temsil etmektedir. Hz. Bahaullah'in kesin iddiasi söyledir: "Kadinlar ve erkekler Allah'in nezdinde her zaman esit olmuslar ve esit olacaklardir". Rasyonel ruhun cinsiyeti yoktur ve geçmisin yasami sürdürme kosullari ne tür sosyal esitsizlikler gerektirmis olursa olsun, insanligin olgunlugun esiginde oldugu bir zamanda bunlar artik hakli görülemez. Yasamin her alaninda ve toplumun her düzeyinde erkeklerle kadinlar arasinda tam bir esitlik kurulmasi için gösterilecek baglilik, küresel bir kalkinma stratejisi tasarlanmasi ve uygulanmasina yönelik çabalarin basarisinin temel unsuru olacaktir. Gerçekten de, bu alandaki gelisme bir bakima herhangi bir kalkinma programinin basarisinin ölçüsü olacaktir. Ekonomik etkinligin uygarligin ilerlemesindeki yasamsal rolü göz önüne alindiginda, kalkinmanin gerçeklesme hizinin gözle görünür kaniti, kadinin ekonomik çabanin tüm alanlarina hangi ölçüde girdigi olacaktir. Önemli olmakla beraber, sorun firsatlarin esit bir sekilde dagitilmasinin saglanmasini asmaktadir. Sorun, ekonomik konularin, tartismalarda simdiye kadar genellikle yer almayan insan deneyiminin ve görüslerinin tam olarak katilimini davet edecek bir biçimde yeniden gözden geçirilmesini gerekmektedir. Insanlarin bagimsiz bir sekilde sadece kendilerini ilgilendiren seçimler yaptiklari insani duygulardan etkilenmeyen pazarlardan olusan klasik ekonomik modeller, birlik ve adalet idealleriyle hareket eden bir dünyanin ihtiyaçlarini karsilamayacaktir. Toplum, paylasilan deneyimlerin yarattigi uyumlu bir anlayistan, insanlarin birbirleriyle olan iliskilerinden ve ailenin ve toplumun rolünün sosyal refah açisindan son derece önemli oldugunun kabul edilmesinden dogan görüslerin sekillendirdigi yeni ekonomik modeller gelistirme sorunuyla giderek daha çok karsilasacaktir. Özünde bencillik yerine büyük bir fedakarlik olan bu tür bir entellektüel atilim, insan irkinin ruhani ve bilimsel duyarliligindan büyüjk oranda yararlanmalidir. Binlerce yilin deneyimleri de, kadinlari ortak çabaya önemli katkilar yapmaya hazirlamistir. VI Toplumun bu ölçüde degismesini düsünmek, hem bunu basarmak için kullanilabilecek güç sorusunu ve hem de buna bagli olarak, bu gücü kullanma yetkisi konusunu ortaya çikartacaktir. Dünyanin ve insanlarinin hizlanan birlesmesinin diger bütün sonuçlarinda oldugu gibi, bu tanidik terimlerin her ikisinin de acilen yeniden tanimlanmasi gerekmektedir. Tarih boyunca güç, teolojik ve ideolojik akimlarin esinledigi güvencelerin aksine, genel olarak kisiler veya gruplar tarafindan kullanilan avantaj olarak yorumlanmistir. Gerçekten de güç, çogu zaman baskalarina karsi kullanilan araçlar olarak ifade edilmistir. Gücün bu sekilde yorumlanmasi, belirli çaglarda ve dünyanin bazi bölgelerinde üstünlük saglayan sosyal, dini ve politik egilimler ne olursa olsun, insan irkini geçen birkaç bin yil boyunca niteleyen ayirim ve çatisma kültürünün dogal bir özelligi haline gelmistir. Genel olarak güç, bireylerin, hiziplerin, halklarin, siniflarin ve uluslarin bir özelligi olmustur. Kadinlardan çok, özellikle erkeklerle özdeslestirilen bir özellik haline gelmistir. Gücün en basta gelen etkisi, ondan yararlananlara elde etme, üstün gelme, egemen olma, karsi koyma, kazanma yetenegini vermek olmustur. Bunun sonucunda ortaya çikan tarihi süreçler, hem insanin mutlulugundaki yikici engellere, hem de uygarliktaki olaganüstü ilerlemelere neden olmustur. Yararlari takdir etmek, ayni zamanda engelleri ve her ikisini yaratan davranis biçimlerinin açik sinirlarini da kabul etmektir. Insanligin bebekligi ve gençliginin uzun çaglari sirasinda, gücün kullanilmasiyla ilgili olarak ortaya çikan aliskanliklar ve tutumlar, etkilerinin sinirina ulasmistir. Bugün, acil sorunlarinin birçogunun küresel özellik tasidigi bir çagda, gücün insan ailesinin çesitli kesimleri için bir avantaj oldugu düsüncesinde israr etmek, teorik olarak son derece yanlistir ve dünyanin sosyal ve ekonomik kalkinmasina herhangi bir pratik yarari da yoktur. Hala bu fikre baglananlar ve geçmis devirlerde bu tür bir baglilikta güven bulmus olanlar, simdi planlarinin açiklanamaz hayal kirikliklari ve engellere dolasmis oldugunu görmektedirler. Geleneksel ve rekabetçi ifadesiyle güç, insanligin geleceginin ihtiyaçlari açisindan, uzay uydularini dünyanin çevresindeki yörüngelere koyma isinde rayli lokomotif teknolojisi kadar yersizdir. Bu benzetme, gerçekten de çok uygundur. Insan irki, kendi olgunlugunun gereksinimleri tarafindan, gücün geçmisten miras alinan anlam ve kullanimindan kendisini kurtarmaya zorlanmaktadir. Insanligin bunu basarabilecegi ise, geleneksel kavramlarin etkisinde olsa da, gücü daima kendi umutlarina uygun farkli biçimlerde algilayabildigi gerçegiyle sergilenmistir. Tarih, araliklarla ve beceriksizce de olsa, bütün insanlarin çaglar boyunca kendi içlerindeki genis yaratici kaynaklari ortaya çikarttiklarina dair birçok kanit sunmaktadir. Bunun en belirgin örnegi, belki de, insan irkinin felsefi, dini, sanatsal ve bilimsel deneyimlerindeki büyük gelismelerin bazilari için bir degisim araci olan gerçegin gücü olmustur. Kisilik gücü ve bireylerin veya insan toplumlarinin yasamlarindaki örnegin etkisi, insandaki engin karsilik gücünü harekete geçiren bir baska yoldur. Birlige ulasilmasiyla yaratilacak ve Hz. Bahaullah'in sözleriyle "bütün Dünyayi aydinlatabilecek kudrette olan"gücün büyüklügü ise neredeyse hiç takdir edilmemistir. Toplumun kurumlari, dünya insanlarinin bilinçlerinde gizli olan potansiyelleri ortaya çikarmayi ve yönlendirmeyi, yetkinin kullaniminin, hizla olgunlasan bir insan irkinin gelisen çikarlariyla uyum içinde olan ilkelerle yönetildigi ölçüde basaracaklardir. Bu gibi ilkeler, yetki sahibi olanlarin, davranislarini yönetmeye çalistiklari kimselerin güvenini, saygisini ve içten destegini kazanma; çikarlari, alinan kararlardan etkilenen herkesle açikça ve mümkün olan en genis biçimde mesveret etme; hizmet ettikleri toplumlarin gerçek ihtiyaçlarini ve arzularini gerçekçi bir biçimde belirleme; üyelerinin güçleri de dahil olmak üzere, toplumun kaynaklarinin uygun bir biçimde kullanilmasi için, bilimsel ve ahlaki gelismelerden yararlanma zorunlulugunu içermektedir. Etkin yetki kullaniminin hiçbir ilkesi, bir toplumun üyeleri ve o toplumun idari kurumlarinin üyeleri arasinda birligin yaratilmasi ve bunun korunmasina öncelik verilmesi kadar önemli degildir. Bununla çok yakindan iliskili olarak, her iste adaletin arastirilmasina gösterilen baglilik konusuna daha önce deginilmisti. Bu tür ilkelerin sadece, ruhta ve yöntemde esasen demokratik olan bir kültürün içinde isleyebilecegi açiktir. Ancak, bunu söylemek, demokrasinin adini her yerde küstahça kullanan ve geçmiste insanin gelisimine bulundugu etkileyici katkilara ragmen, bugün kendisini, kendi yarattigi kinizm, kayitsizlik ve yozlasmanin bataginda bulan partizan ideolojileri desteklemek degildir. Toplum, kendisi adina ortak kararlar alacak olan kisileri seçerken, aday gösterme, aday olma, propaganda ve kandirma gibi oyunlarin sergilendigi politik tiyatroya ihtiyaç duymamakta ve bunlardan bir yarar da görmemektedir. Insanlar giderek daha egitimli oldukça ve kendilerine sunulan programlarin gerçek kalkinma çikarlarina hizmet ettigine giderek artan bir ölçüde inandikça, kararlar verecek olan kurumlarinin seçimini gittikçe mükemmellestirecek seçim yöntemlerini belirlemek de onlarin elinde olacaktir. Insanligin birlesmesi hiz kazandikça, bu sekilde seçilen kisilerin de tüm çabalarina küresel bir açidan bakmalari gerekecektir. Hz. Bahaullah'in görüsüne göre, sadece ulusal düzeyde degil, yerel düzeyde de, insanligin islerinin seçilmis yöneticilerinin kendilerini tüm insanligin refahindan sorumlu görmeleri gerekmektedir. VII Insanligin resit olusunu hizlandiracak küresel bir kalkinma stratejisinin yaratilmasi isi, toplumun tüm kurumlarinin temelde yeniden sekillendirilmesi güçlügünü tasir. Bu güçlügün muhatabi olan basrol oyunculari, gezegenin tüm sakinleri, yani insanligin tümü, her düzeydeki yönetim kurumlarinin üyeleri, uluslararasi koordinasyon kurumlarinda hizmet eden insanlar, bilim adamlari ve toplumsal düsünürler, sanatsal yeteneklere sahip olan veya iletisim ortamina girebilen tüm insanlar ve hükümet disi kurumlarin liderleridir. Onlardan beklenen karsilik, insanligin birliginin kayitsiz sartsiz kabulüne, adaletin, toplumu düzenleyen bir ilke olarak tesis edilmesine olan bagliliga ve insan irkinin bilimsel ve dini dehasi arasindaki düzenli bir diyalogun insan kapasitesinin olusturulmasina getirebilecegi olasiliklarin sonuna kadar kullanilmasi konusundaki kararliliga dayanmalidir. Bu girisim, sosyal ve ekonomik yasami simdi yöneten kavram ve varsayimlarin çogunun köklü bir biçimde yeniden gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Bu girisim, süreç ne kadar uzun olursa olsun, hangi engellerle karsilasilirsa karsilasilsin, insanligin islerinin yönetiminin, onun gerçek ihtiyaçlarina hizmet edecek dogrultuda yürütülebilecegi inanciyla da birlestirilmelidir. Eger gerçekten de insanligin ortak çocukluk döneminin sonuna gelindiyse ve yetiskinlik çagi baslamaktaysa, böyle bir beklenti yeni bir ütopik seraptan çok daha fazla bir sey temsil etmektedir. Burada düsünülen boyutta bir çabanin umutsuz ve birbirine düsman insanlar ve uluslar tarafindan olusturulacagini tasavvur etmek, bugüne kadar edindigimiz bilgilere ters düsmektedir. Sadece, Hz. Bahaullah'in iddia ettigi gibi, eger sosyal evrim sürecinde, tüm varlik aleminin, gelisiminin yeni asamalarina aniden atilmaya zorlandigi o kesin dönüm noktalarindan birine gelindiyse, böyle bir olasilik düsünülebilir. Insan bilincinde böylesine büyük bir degisimin olusmakta oldugu konusundaki derin bir inanç, bu makalede belirtilen görüslere ilham kaynagi olmustur. Kendi kalplerinde olusan benzer ilhamlari bu makalede gören tüm insanlara, Hz. Bahaullah'in, bu esi görülmemis günde Tanri'nin insanliga bu güçlükle ayni ölçüde ruhani kaynaklari da vermis oldugu konusundaki su sözleri güven vermektedir: Ey gögün ve yerin sakinleri! Daha önce hiç görülmemis olan sey göründü. Bu Gün Tanri'nin en güzel bagislarinin insanlar üzerine yagdirildigi ve en büyük inayetinin tüm yaratiklara verildigi Gün'dür. Simdi insanligin islerini siddetle sarsan karisikliklarin esi görülmemistir ve çogu sonuçlari büyük ölçüde yikicidir. Tüm tarih boyunca tasavvur edilemeyen tehlikeler, saskinlik içinde olan bir insanligi dört bir yandan sarmistir. Ancak, dünya liderlerinin bu noktada yapabilecekleri en büyük hata, krizin, yürümekte olan sürecin nihai sonucu üzerine kusku saçmasina izin vermek olacaktir. Bir dünya göçüp gitmekte ve bir yenisi dogmaya çalismaktadir. Yüzyillar boyunca biriken aliskanliklar, tutumlar ve kurumlar, insan gelisimi için gerekli oldugu kadar kaçinilmaz da olan sinavlardan geçirilmektedir. Dünya insanlarindan beklenen, herseyin Yaraticisi'nin, insan irkinin bu ruhani baharinda onlara verdigi muazzam güçlerle ayni ölçüde bir inanç ve kararliliktir. Hz. Bahaullah'in çagrisi söyledir: Fikirde birlesin, düsüncede bir olun. Her sabah aksamindan daha iyi ve her gün bir öncekinden daha zengin olsun. Insanin meziyeti, zenginligin ve servetin debdebesinde degil, hizmette ve fazilette yatmaktadir. Dikkat edin de, sözleriniz bos kuruntulardan ve dünyevi arzulardan arinmis ve amelleriniz kurnazliktan ve süpheden temizlenmis olsun. Degerli yasamlarinizin servetini seytani ve çürümüs duygularin yolunda dagitmayin, çabalarinizi kendi kisisel çikarlarinizi tatmin etmeye harcamayin. Zengin günlerinizde cömert ve zarar aninda sabirli olun. Sikintilari basari ve kederi sevinç izler. Ister genç olun, ister yasli, ister yüksek olun, ister alçak, tembellikten ve avarelikten uzak durun ve insanligin yararina olan seye yapisin. Insanlar arasinda ayrilik tohumlari ekmemeye veya saf ve aydinlik kalplere süphe dikenleri dikmemeye dikkat edin. 1. Yüzyillik bir rüya olan evrensel barisin gerçeklesmesinin önünü tikayan diger engellerin üstesinden gelinmesi için gerekli olan irade gücü kelimenin tam anlamiyla insanin refahi görüsüyle, yani, simdi erisilebilecek olan ruhani ve maddi mutluluk olasiliklarinin bilinciyle canlandirilmasi gerekmektedir. 2. Uygarligin gelisimindeki bir sonraki asamanin vizyonunun, sosyal ve ekonomik kalkinmaya yönelik yaklasimlarin simdi temelini olusturan tutum ve varsayimlarin derinlemesine gözden geçirilmeden sekillendirilebilecegini düsünmek gerçekçi olmayacaktir. 3. Eger dünya hükümetlerinin Birlesmis Milletler sistemi ortaminda yeni bir küresel düzen kurmaya çalistiklari dogruysa, dünya insanlarinin ayni vizyonun heyecanini duyduklari da ayni ölçüde dogrudur. 4. Dünya nüfusunu, ortak kaderi konusunda sorumluluk üstlenmeye çekebilecek bir stratejinin temeli insanligin birligi bilinci olmalidir. "Içinde yasadiginiz çagin ihtiyaçlariyla yakindan ilgilenin ve düsüncelerinizi onun icap ve gerekleri üzerinde yogunlastirin." 4. - Hz. Bahaullah 5. Bireyle toplum arasindaki iliski karsilikli oldugu için, su anda gerekli olan degisim insan bilincinde ve sosyal kurumlarin yapisinda ayni zamanda olusmalidir. 6. Adalet, simdi dogmakta olan insanligin birligi bilincini, küresel toplum yasaminin gerekli yapilarinin güvenle kurulmasini mümkün kilacak ortak bir iradeye dönüstürebilecek olan tek güçtür. "Insanligin mutlulugu, barisi ve güvenligine, insanlik aleminin birligi saglam bir biçimde kurulmadikça ve kurulana kadar ulasilamayacaktir." 6. - Hz. Bahaullah 7. Adalet insanin gelisiminin basarilmasinda bireyin ve toplumun çikarlarinin ayrilmaz bir biçimde birbirine bagli oldugu bilincinin pratik ifadesidir. 8. Her bireyin kendi kisisel gelisimine yardimci olan düsünce ve hareket özgürlügüne sahip olmasi kaygisi, günümüz yasaminin birçok alanini ciddi bir biçimde yozlastiran bireysellik inancina bagliligi hakli gösteremez. 9. Insanlik toplumu tek ve bölünmez oldugu için, insan irkinin her üyesi bütünün bir emaneti olarak dünyaya gelmektedir. Bu eminlik, Birlesmis Milletler'in çesitli kurumlarinin da tanimlanmaya çalistigi, esas olarak ekonomik ve sosyal diger haklarin çogunun ahlaki temelini olusturmaktadir. "Adaletin amaci, insanlar arasinda birligin görünmesidir." 9. - Hz. Bahaullah 10. Sonunda, bu hareketin Birlesmis Milletler sisteminde neden olacagi yeniden yapilanma veya degisim bizi, hiç kusku yok ki, kendine ait yasama, adalet ve yürütme kurumlariyla bir dünya uluslari federasyonunun kurulmasina götürecektir. "Her seyde mesveret gereklidir. Anlayis yeteneginin olgunlugu mesveret sayesinde açiga çikar." 10. - Hz. Bahaullah 11. Küresel bir toplumun kalkinmasinda ortaya çikan isler, insan irkinin simdiye kadar ulasabildiginin çok üzerinde kapasite düzeyleri gerektirmektedir. 12. Yazili tarih boyunca insan bilinci, kapasitelerini bir gelisim süreci içinde ifade edebilmesini saglayan iki temel bilgi sistemine dayali olmustur: bilim ve din. Bilim ve din uygarligin gerçek atalari olarak çalismislardir. 13. Dünya nüfusunun büyük bir çogunlugu için, insan dogasinin ruhani bir boyutu bulundugu, hatta temel kimliginin ruhani oldugu, kanit gerektirmeyen bir gerçektir. 14. Dünya sakinlerinin servet üretimine katilmalarini mümkün kilacak egitim, bu tür bir dürtünün insanliga hizmetin, hem bireysel yasamin, hem de sosyal düzenin amaci oldugu konusundaki ruhani görüsle aydinlandigi ölçüde kalkinmanin amaçlarina hizmet edecektir. 15. Ekonomik çabalarin kalkinmada oynamasi gereken en önemli rol, insanlari ve kurumlari kalkinmanin gerçek amacina ulasmalarini mümkün kilacak araçlarla donatmasinda yatmaktadir; bu amaç ise, insan bilincinde sakli olan sinirsiz potansiyelleri gelistirebilecek yeni bir sosyal düzenin temellerinin atilmasidir. 16. Dünyanin yeni bir "is ahlaki"na acil olarak ihtiyaç duydugunun giderek daha yaygin bir sekilde kabul edilmektedir. Hz. Bahaullah isin, bilinçli olarak insanliga hizmet ruhu içinde yapildigi ölçüde bir ibadet sekli ve Allah'a tapmanin bir yolu oldugunu söylemektedir. 17. Ekonomik sorunlara, temel güçlüklerin çogunun kapsam açisindan özel degil, küresel oldugu gerçegini karar verme yöntemleri açisindan kabullenemeyen yaklasimlar da yetersizdir. "Kadinlar ve erkekler Allah'in nezdinde her zaman esit olmuslar ve esit olacaklardir". 17. - Hz. Bahaullah 18. Yasamin her alaninda ve toplumun her düzeyinde erkeklerle kadinlar arasinda tam bir esitlik kurulmasi için gösterilecek baglilik, küresel bir kalkinma stratejisi tasarlanmasi ve uygulanmasina yönelik çabalarin basarisinin temel unsuru olacaktir. 19. Bugün, acil sorunlarinin birçogunun küresel özellik tasidigi bir çagda, gücün insan ailesinin çesitli kesimleri için bir avantaj oldugu düsüncesinde israr etmek, teorik olarak son derece yanlistir ve dünyanin sosyal ve ekonomik kalkinmasina herhangi bir pratik yarari da yoktur. 20. Insanligin birlesmesi hiz kazandikça, bu sekilde seçilen kisilerin de tüm çabalarina küresel bir açidan bakmalari gerekecektir. Hz. Bahaullah'in görüsüne göre, sadece ulusal düzeyde degil, yerel düzeyde de, insanligin islerinin seçilmis yöneticilerinin kendilerini tüm insanligin refahindan sorumlu görmeleri gerekmektedir. 21. Insanligin resit olusunu hizlandiracak küresel bir kalkinma stratejisinin yaratilmasi isi, insanligin birliginin kayitsiz sartsiz kabulüne, adaletin, toplumu düzenleyen bir ilke olarak tesis edilmesine olan bagliliga ve insan irkinin bilimsel ve dini dehasi arasindaki düzenli bir diyalogun insan kapasitesinin olusturulmasina getirebilecegi olasiliklarin sonuna kadar kullanilmasi konusundaki kararliliga dayanmalidir. 22. Bir dünya göçüp gitmekte ve bir yenisi dogmaya çalismaktadir. Yüzyillar boyunca biriken aliskanliklar, tutumlar ve kurumlar, insan gelisimi için gerekli oldugu kadar kaçinilmaz da olan sinavlardan geçirilmektedir. "Fikirde birlesin, düsüncede bir olun." 22. - Hz. BahaullahYüzyillik bir rüya olan evrensel barisin gerçeklesmesinin önünü tikayan diger engellerin üstesinden gelinmesi için gerekli olan irade gücü kelimenin tam anlamiyla insanin refahi görüsüyle, yani, simdi erisilebilecek olan ruhani ve maddi mutluluk olasiliklarinin bilinciyle canlandirilmasi gerekmektedir. Uygarligin gelisimindeki ikinci asama, kalkinma sürecinin dogasi ve amaci ve onun çesitli protagonistlerinin rolleri konusundaki yaygin inançlarin arastirici bir yaklasimla yeniden incelenmesini gerektirecektir. Insanligin resit olusunu hizlandiracak küresel bir kalkinma stratejisi yaratma görevi, toplumun tüm kurumlarinin temelden yeniden sekillendirilmesi zorlugunu tasimaktadir. Bunun için gereken karsilik, insanligin birliginin kayitsiz sartsiz kabulüne, adaletin, toplumu düzenleyen bir ilke olarak tesis edilmesine olan bagliliga ve insan irkinin bilimsel ve dini dehasi arasindaki düzenli bir diyalogun insan kapasitesinin olusturulmasina getirebilecegi olasiliklarin sonuna kadar kullanilmasi konusundaki kararliliga dayanmalidir.BIC Document #95-0303T